Kayıtlar

BUNLAR HEP RUH HASTALIĞI

  Ömrümüzden sinsice çalınan altıncı ayımızı doldurmak üzereyiz. Hırsızın tıbbi adı belli. Bilim insanları ve onlara güvenen diğer insanlar Covid 19 diye hitap ediyorlar kendisine. Tüm dünyada serbest dolaşım hakkını sonuna kadar kullanabiliyor. Pasaportsuz giriş çıkışlara tabi olduğundan; harç pulu, schengen, seyahat sigortası filan umurunda değil. Seyahat arkadaşlarını önceden seçmiyor. Gördüğü yerde gözüne kimi kestirirse hemen onunla düşüveriyor yollara.   Gözle görülmeyen bir hayalet gibi sinsice gezip tozuyor. Bilime aldırmayan insanlara göre tarifi elbette biraz farklı. Bu tür insanlarca zaman zaman kolda zaman zaman da çenede taşınan maske olarak tanımlanıyor. Hatta ışığı engellesin de uykuya balıklama dalsın diye gözlerine takanlar bile olmuştu. Hırsızımız eğlenceye de pek düşkün. Düğün dernek, kına, nişan hiç ayırt etmiyor. Kim nereye davet etse hemen oracıkta bitip, kendi kolonisini kuruveriyor. Sonra vur patlasın, çal oynasın. Hiç kimse onun kendi saz heyetini göremediğin

YILDIZIM

Resim
Dokuz yıl önce sevdalanmıştım Yıldız teyzeme. Daha ilk karşılaşmamızda dökülüvermişti dilinden ortak sevdamızın dizeleri. “Yaşlıca bir gencim, ihtiyar değil…” diyordu şairin dediği gibi. Parlak bir yıldız görmek için gökyüzüne bakmaya ihtiyacım yoktu artık. Birkaç basamak üstteydi benim Yıldızım. Dünyanın kiri pası silinmişti zihninden. Yalnızca gözlerinde parlayan kalbinin ışığı vardı, yetmez miydi? Kalbindeki iyiliğin ışıltısı hem sözlerinden hem de gözlerinden yayılan bir kadındı Yıldız teyzem. Biz apartmana taşındığımızda Alzheimer hastalığının başlangıç evresindeydi. Uzunca bir süre kendini hiç bırakmadı. Her gün evden çıkıp düzenli yürüyüşler yapar sonra dönüp gelirdi. Her karşılaşmamızda kısa sohbetler yapıp gülüşürdük. Her sohbetin sonunda da “ah yavrum, sen ne kadar güzel ne iyi bir çocuksun” der kalbimi tekrar tekrar okşar, günümü cennete çevirirdi. Hastalığı ilerlese bile günlük yürüyüşlerini hiç bırakmak istemedi. Evi bulup dönüp geliyor ama arada sırada anahtarını bi

BİR YAPRAĞIN ANATOMİSİ

Resim
İçinden geçmemin kesinlikle yasak olduğu bir parkta sevdalanmıştım yapraklara. İlkokula giderken, okul ile evimiz arasındaki güzergâhta yolu kısaltan bir park vardı. Annem ve babam parkın içinden geçmemi yasaklamış olsalar da kestirme bir yol olduğu için mutlaka orayı kullanırdım. Parkın içinde az sayıda hayvanı barındırabilecek birkaç kafes, kafeslerin içinde ise hafızamda en çok yer eden, çok güzel bir tavus kuşu, birkaç tavşan ve hatırlayamadığım birkaç zavallı hayvancık daha vardı. Hayvanları kafese koymanın bir insanlık ayıbı olduğunu düşündüğümden, bu güzel canlılara “zavallı hayvancık” dememi mazur görmenizi dilerim. Kafesteki hayvancıkların sağ yanına doğru bir yerde salıncaklar, tahterevalli ve kaydırak olan bir oyun alanı bulunuyordu. Bu parkın içinden geçmemi engelleyebilecek tek mucize yağmurdu. Yağmurlu havalarda parkın içi vıcık vıcık çamur olur ve eğer eve dönüşte ayakkabılar çamurluysa bütün sırrım ortaya çıkardı. Bu sebeple, en sevdiğim yerde olmama engel olup, özg

KADINLAR SAÇLARINDAN NEDEN VAZGEÇER?

Resim
TV karşısında hızlı hızlı kanal değiştirirken duymuştum “saçların güzelse, güzelsin” dedi adam.  Büyük ihtimalle bir moda programıydı. Televizyonun karşısından aniden kalktım ve gidip aynada saçlarıma baktım. Saçlarım, az önce üzerinden balıkları çıkarılmış galsama ağlarına benziyordu. Karman çorman, kıvır kıvır, isyanda ve dağınıktı. Televizyonda duyduğum bu bilir kişinin söyledikleri o anda bana o kadar uzaktı ki. Moralim bozulmuştu, o günkü tüm motivasyonum yerle bir oldu aniden. “Kırk yılda bir televizyonu açtın, şu başına gelene bak” dedim kendi kendime. Televizyona mı küsseydim, televizyonu açtığım için kendime mi, yoksa televizyonda ahkam kesen adama mı? Adamı suçlamak en doğrusuydu ama hem beni görmediği hem de tanımadığı için pek umurunda olacağımı sanmıyordum. Bu, gün ortası çöküntüsüyle, yine aynanın karşısında durup düşünmeye başladım. Biraz kesip kısaltsam mı? Katlı mı kessem? Yoksa hepsini aynı boya mı getirsem? Arka arkaya yanıtsız sorularla vakit kaybediyordum. Sonra sa

DEDEMİN ŞARKISI

Resim
  “Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz Hep el ele vererek hayaller kurduğumuz Kimi üzgün kimi gün neşeyle dolduğumuz O ağacın altını şimdi arıyor musun? O güzel günler için bilmem yanıyor musun?   Attığımız tarihte çizdiğimiz o kalpte Silinmemiş duruyor hepsi yerli yerinde Sen şarkılar söylerdin yatarken dizlerimde O ağacın altını şimdi arıyor musun? O güzel günler için bilmem yanıyor musun?”      Yusuf Nalkesen   Dedemle bu şarkıyı söyleyerek başladık bu sabah güne. Attığımız o tarihte, çizdiğimiz o kalpte silinmemiş duruyordu her şey yerli yerinde. Sadece bir gün, kırk sekiz yıllık ömrümde sadece bir günün dedemle yaşadığım en dolu gün olmasına hayıflanarak yumuyorum gözlerimi ve devam ediyor masal. Çalışan bir annenin çocuğu olmak; evde sürekli değişen bakıcı teyzeler, annemden ayrılmak istemediğim için kreş kapısında salya sümük ağladığım sabahlar demekti benim için. Ama o sabah öyle olmamıştı, annemle babam beni babaannemlere bırakmışlardı. Babaanne

USULCA EĞİLİP ÖPTÜM FOTOĞRAFI

Resim
USULCA EĞİLİP ÖPTÜM FOTOĞRAFI Geçen gün oturmuş mecburi bir şeyler okuyup odaklanmaya çalışırken, zihnimin keçilerini kaçırıverdim yine kalbimin ovalarına. İlkokul yıllarımızdı sanırım, şimdi cennetin en güzel kadını olan teyzemde kalıyorduk kuzenimle. Hani şu geçenlerde anlattığım, yıkanmamış elleriyle bütün yüzümü mıncıklayan var ya, o işte. Yaşıt olduğumuz ve çocukluğumuz birlikte geçtiğinden onunla komik anılarımız anlatmakla bitmez. Bir gün teyzemin evinin önünde yaz sıcağında öğle vakti ip atlıyordu kuzenim. Bense ipin yalnızca bir tane olmasından mıdır bilmiyorum durmuş onu seyrediyordum. Fakat seyretmekten sıkılmış olmalıyım ki, bir yandan da bu boşluğu dolduracak bir eğlence aranıyordum etrafımda. Hava sıcak, başka da çocuk yok sokakta ne yapsam ne yapsam derken bir de ne göreyim; ahenkle ip atlayan kuzenimin burnu akıyordu. Bunu kaçırır mıydım hiç, hemen bir melodi ve ritmik hareketlerle başladım bağırmaya; sümüklü kokona, sümüklü kokona… Bu eğlenceli sahneyi hatırlar hat

KARANFİL KOKULU BİR TARİH KİTABIYDI ANNEANNEM

Resim
Karanfil kokulu bir tarih kitabıydı benim anneannem. Çoğunlukla nüktedan, iddiacı, kendini ezdirmez bir çetin ceviz. İlkokul yıllarımda tatillerin başlamasına birkaç gün kala arkadaşlarımın çoğunluğu anneannelerine gideceklerinden   ya da anneannelerinin onlara geleceklerinden bahseder ve bana son derece sinir bozucu gelen bir tavırla çok mutlu olduklarını söylerlerdi. Sinir bozucu diyorum çünkü sanırım onların bu heyecanını kıskanıyordum. Benim anneannemle ilgili hiç böyle duygularım yoktu, olacağını da hiç sanmıyordum. Her çocuk anneannesini çok sever aslında, ama benimki benim değil de sadece kardeşimin anneannesiydi sanki. İlkokul birinci sınıfa başladığımda, kendi evini bırakıp kardeşim doğduğu için bizim evimize taşınmıştı. Doğuştan özgür ruhlu ve asi bir çocuk olan bana, zincir vurmak için özel tutulmuş bir korku filmi dadısıydı sanki. Şimdi güldüm bunu yazarken. Elbette tüm bunlar çocukluk homurdanmalarımdı benim. Ben büyüdükçe anneannemde zamanla bir pamuk pren